O içselleştirdiğimiz semboller, bazıları sürekli zihnimizde, yapışkan ve tatlı tatlı hormonlarını salgılamaktalar. Bol kahkahalar, küfürlere, eleştirilerle saldırmak yerine o cümlelerin üzerini örtmek, bağırmak yerine bu yüzden hayallerle yaşamaya, olmayan ama olacakmış gibi şeyleri de yaşamaya başladım.
Tam bir tutarlılık göstermeyen ve saygı gören bedenime ve ruhuma bir tahribat, yara da açmasınlar diye, kendi bedenime ve ruhuma bir kırbaç şaklatmaktansa, yüzüme boya sürer, kapının eşiğinde de durur, bazı kelimelere ruhsat verir, bazılarını da kapı dışarı ederim, bazılarına el sallarım. Düzenim bozulmasın, saçlarım örtümün altında tel tel olmasınlar diye, elimi dilimin üstüne bastırırım. Bu hareketle kendimi beğenir ve değer de veririm. Zira böyle de yapmazsam; içimde güller, çiçekler büyütemem. Bu konuda kendimde kararlılık gösteremem.
Gayet berrak bir zihinle sokağın hiçliğini de fark ettim. Her dilin de kemiği yokmuş; her balkonun verandaları olmadığı gibi. Her pencerenin de perdesi olmadığı gibi. Kasvetli duruşumla, üzerimdeki elbiselerimle, alışveriş ettiğim kelimelere olan açgözlülüğümü ve kayıtsızlığımı, açık havanın da tadını çıkaran yün kıyafetlerim içinde, ayaklarımı da kaydırmadan karşıdan karşıya geçerken, ihtiyatlı bir şekilde kelimelerle bütünleşmiş ve o kelimelerle yaşamaya devam eden bir kararlılıkla, ne budala, ne aptal, ne saf, ne de salak. Damdan düşer gibi, kelimelerin altını açıp açıp bakmak yerine, bak o çatıdan başına kiremitte düşebilir, dikkat et. Yoluna sağlam papuç bir kelime, cümle da çıkabilir dikkat et. Ya da sarhoş gibi yolunu şaşırmış bir kelime, yalpalayarak sana sopasını gösterebilir, dikkat et.
Aslında hiçbir şeyin anlamı yoktur, mantığı da, hepsi bu. Bu günkü salatanın malzemeleri bunlar. Sahne gerisine geçmemi isteyenlere, "sana mı kalmış el alemin sorunları, sana ne?" diyenlere, o sahneye nasıl da hazırlandığımı bir bilseniz, saatlerce o kelimelerle boğuştuğumu, yine kendi sıcak yuva sıcaklığımda kurduğum cümlelerimle tekrar kendime doğru bir dönüşle, kelimelere hizmet eden, onların hakkını veren, geçmişten geleceğe o kelimelerin varisleri gibi kendimi de görerek, kelimeleri gelecek nesillere taşımak, üst katlara çıkarmak, benim görevim. Sakın ha o kelimelerin altını kaldırıp kaldırıp bakarken altlarından acaba ne çıkacak? diye dikkatli davranın incitmeyin o kelimeleri ve beni de uyarın dikkatli ol, daha kibar ve nazik davran o kelimelere diye. Su uyur kelimeler uyumaz. Onlara iyi davranın. Bir kelime, bin kılıç darbesi yerine geçer. Bir kelime bir duvarı yıkar, bir kelime binlerce kişiyi korur, evlendirir, yaşatır, öldürür, döl tutturur, boğar, ağlatır, daha fazlası kitap olur resimle anlatamadığınız, kelimeler anlatır meydan ansiklopedisi olur bu yüzden incitmeyin kelimeleri.
Kelimeleri hayatımızdan çıkarıp da hayatımızı da çölleştirmeyin. Milyonlarca kelime içinden bir tanesini de seçip çıkarmak onu didiklemek veya yine bir kelime seçip çıkarmak, milyonlarca kelime içinden onun çırasını yakmak, kelimenin birini sevmek, diğerinden nefret etmek. Bir kelime birine isim olmuş dürüst ve havalı.
Ayrıca herkesin kendine seçtiği bir kelimesi olduğu gibi, hepimizin ortak duygularını anlatan kelimeler de vardır. Ölüm karşısında duyduğumuz duygu gibi, ölümün yanında kullandığımız kelimeler gibi, bütün kelimeleri ziyaret edelim. Beceriksizce bazılarını da kilitli tutup da bazılarının da altını kaldırıp bakarak altında bir mana aramaktansa, bütün kelimelere hoşgörülü bir şekilde yaklaşalım. Birinden ötekine giderken kederden değil, ederlerden doğsun manası.
Kelimelerin manası kimine mahkumiyeti hatırlatır, kimine zorunda olanı, kimine mecburiyet ama ben mahkuma gittim, arkadaşımın yüreğine gittim, oradaki mahkumiyetine gittim. Cümlelerin ve cümle parçacıkları arasında sıkışmaktansa, onlar arasında sağlam bir şeyler aramaya, ne mahkum, ne mecburiyet, ne zorunda olan, aralarında ortak bir bağ kurmaya, her biri de ağaçtan yapılmış bir malzeme gibi de duruyorlardı. Çünkü aralarında yeterince güzellik bulunmayan bir insanın, bir başka insana dokunmasını önemsemeyen kelimelere. Ama bu kelimelerin de tek tek altını kaldırıp bakanlar, altında çapanoğlu arayanlar, ya da öküzün altında buzağı.
Onca kusur, onca dert sıkıntı var iken, onca güçsüz anlatılmaz olaylar, yalnız kişiler var iken. Sadece orada olan ben, sadece bir arkadaşımın derdine takılı kalmıştım.
Daha fazlası için: http://yazarimben1.blogspot.com.tr/
Tam bir tutarlılık göstermeyen ve saygı gören bedenime ve ruhuma bir tahribat, yara da açmasınlar diye, kendi bedenime ve ruhuma bir kırbaç şaklatmaktansa, yüzüme boya sürer, kapının eşiğinde de durur, bazı kelimelere ruhsat verir, bazılarını da kapı dışarı ederim, bazılarına el sallarım. Düzenim bozulmasın, saçlarım örtümün altında tel tel olmasınlar diye, elimi dilimin üstüne bastırırım. Bu hareketle kendimi beğenir ve değer de veririm. Zira böyle de yapmazsam; içimde güller, çiçekler büyütemem. Bu konuda kendimde kararlılık gösteremem.
Gayet berrak bir zihinle sokağın hiçliğini de fark ettim. Her dilin de kemiği yokmuş; her balkonun verandaları olmadığı gibi. Her pencerenin de perdesi olmadığı gibi. Kasvetli duruşumla, üzerimdeki elbiselerimle, alışveriş ettiğim kelimelere olan açgözlülüğümü ve kayıtsızlığımı, açık havanın da tadını çıkaran yün kıyafetlerim içinde, ayaklarımı da kaydırmadan karşıdan karşıya geçerken, ihtiyatlı bir şekilde kelimelerle bütünleşmiş ve o kelimelerle yaşamaya devam eden bir kararlılıkla, ne budala, ne aptal, ne saf, ne de salak. Damdan düşer gibi, kelimelerin altını açıp açıp bakmak yerine, bak o çatıdan başına kiremitte düşebilir, dikkat et. Yoluna sağlam papuç bir kelime, cümle da çıkabilir dikkat et. Ya da sarhoş gibi yolunu şaşırmış bir kelime, yalpalayarak sana sopasını gösterebilir, dikkat et.
Aslında hiçbir şeyin anlamı yoktur, mantığı da, hepsi bu. Bu günkü salatanın malzemeleri bunlar. Sahne gerisine geçmemi isteyenlere, "sana mı kalmış el alemin sorunları, sana ne?" diyenlere, o sahneye nasıl da hazırlandığımı bir bilseniz, saatlerce o kelimelerle boğuştuğumu, yine kendi sıcak yuva sıcaklığımda kurduğum cümlelerimle tekrar kendime doğru bir dönüşle, kelimelere hizmet eden, onların hakkını veren, geçmişten geleceğe o kelimelerin varisleri gibi kendimi de görerek, kelimeleri gelecek nesillere taşımak, üst katlara çıkarmak, benim görevim. Sakın ha o kelimelerin altını kaldırıp kaldırıp bakarken altlarından acaba ne çıkacak? diye dikkatli davranın incitmeyin o kelimeleri ve beni de uyarın dikkatli ol, daha kibar ve nazik davran o kelimelere diye. Su uyur kelimeler uyumaz. Onlara iyi davranın. Bir kelime, bin kılıç darbesi yerine geçer. Bir kelime bir duvarı yıkar, bir kelime binlerce kişiyi korur, evlendirir, yaşatır, öldürür, döl tutturur, boğar, ağlatır, daha fazlası kitap olur resimle anlatamadığınız, kelimeler anlatır meydan ansiklopedisi olur bu yüzden incitmeyin kelimeleri.
Kelimeleri hayatımızdan çıkarıp da hayatımızı da çölleştirmeyin. Milyonlarca kelime içinden bir tanesini de seçip çıkarmak onu didiklemek veya yine bir kelime seçip çıkarmak, milyonlarca kelime içinden onun çırasını yakmak, kelimenin birini sevmek, diğerinden nefret etmek. Bir kelime birine isim olmuş dürüst ve havalı.
Ayrıca herkesin kendine seçtiği bir kelimesi olduğu gibi, hepimizin ortak duygularını anlatan kelimeler de vardır. Ölüm karşısında duyduğumuz duygu gibi, ölümün yanında kullandığımız kelimeler gibi, bütün kelimeleri ziyaret edelim. Beceriksizce bazılarını da kilitli tutup da bazılarının da altını kaldırıp bakarak altında bir mana aramaktansa, bütün kelimelere hoşgörülü bir şekilde yaklaşalım. Birinden ötekine giderken kederden değil, ederlerden doğsun manası.
Kelimelerin manası kimine mahkumiyeti hatırlatır, kimine zorunda olanı, kimine mecburiyet ama ben mahkuma gittim, arkadaşımın yüreğine gittim, oradaki mahkumiyetine gittim. Cümlelerin ve cümle parçacıkları arasında sıkışmaktansa, onlar arasında sağlam bir şeyler aramaya, ne mahkum, ne mecburiyet, ne zorunda olan, aralarında ortak bir bağ kurmaya, her biri de ağaçtan yapılmış bir malzeme gibi de duruyorlardı. Çünkü aralarında yeterince güzellik bulunmayan bir insanın, bir başka insana dokunmasını önemsemeyen kelimelere. Ama bu kelimelerin de tek tek altını kaldırıp bakanlar, altında çapanoğlu arayanlar, ya da öküzün altında buzağı.
Onca kusur, onca dert sıkıntı var iken, onca güçsüz anlatılmaz olaylar, yalnız kişiler var iken. Sadece orada olan ben, sadece bir arkadaşımın derdine takılı kalmıştım.
Daha fazlası için: http://yazarimben1.blogspot.com.tr/