Eskiden Karaman kışın kuş cennetiydi. Yani güvercin, kumru, karatavuk, çivil ördek, sığırcık, keklik vardı. Bu kuşlar en çok Birlik Un Fabrikası ve Kız Meslek Lisesi, tren garı civarında çatılarda olurdu. Eskiden Karaman’a çok kar yağardı ve kuşlar aç kaldıkları için yere inerlerdi. Bilinçsiz avcılar bu yaban kuşlarını avlayarak, ta uzaklara gönderdi. Saçmalarıyla öldürerek, kimisini yaralayarak, kalanları da ürküttüler. Karaman’da eskisi gibi kuş da kalmadı.
Eskiden Karaman’da besi ahırları da çoğunluktaydı. Besi ahırlarından çıkan gübreler bir yere yığılırdı. Kuşlar da sürüler halinde gübrelerin üzerine inerlerdi. Çocuklar, bir tahta parçası üzerine at kılı ile tuzak düzeneği kurar, sığırcık yakalardı. Sığırcık da tükendi, eskisi gibi kalmadı.
Eskiden kışa hazırlık olsun diye damlarımız yuvakla yuvanır, toprağı sertleştirilirdi. Damlarımız ve evlerimizin tavanları genellikle uzun kavaklarla örtülüydü. Bu günkü gibi beton tavan veya asma tavanlarımız yoktu. O tavanlardan, ağzı açık uyuduğumuz zaman, ağzımızın içine böcekler düşerdi.
Eskiden kışa hazırlık, damlarımızda kurutmalık kuruturduk. Şimdiki gibi narenciye veya sera ürünü yetişmediğinden, kurutmalıklarımız çok meşhurdu. Patlıcanın içini oyar, tuzlar, iğne ile iplere geçirirdik. Ayrıca patlıcanları kızartmalık gibi uzun uzun doğrar, tuzlar, iğne ile ipe geçirir, iki direk arasına asar, kuruturduk. Domatesi de ortadan ikiye yarar, tuzlar, damın üstünde bir bezin üstüne serer, kuruturduk. Biberi de yemeklik şeklinde doğrar, tuzlar, kuruturduk. Bolca turşu kurardık. Patlıcan, biber, domates, salatalık turşusu, patlıcan turşusu için patlıcanları önce tuzlu suda az haşlar, karınlarını yarar, içlerine domates, biber, sarımsak karışımı, salata ile doldurur, iple sarar, bidona yerleştirir, üzerine sirke dökerdik. Daha sonraları turşularımız da çeşitlendi.
Eskiden kışlar çok çetin geçtiğinden, sularımız donar, çeşmelerimizden sular akmazdı. Mahallenin camisinden bakır, alüminyum güğümlerle, kovalarla su taşırdık.
Eskiden Cumartesi Pazarının kurulduğu yerde, çukur bahçemiz vardı. Kışın biz çocuklar için kayak merkeziydi adeta orası, yokuş aşağı, diklemesine kayardık. Kalabalık olurduk, bazıları altlarına evlerinden naylon leğen getirir, onunla kayardı. Daha sonra şehrin içinde kötü görüntü oluşturuyor, görüntü kirliliği oluyor diye oraya park yapıldı. Park yapılırken de yapılan kazılarda, yol çalışmalarında Ticaret Lisesinin olduğu yola kadar, o civarda, Hamidiye Mahallesinde her kazılan yerde, eski mezarlara rastlandı.
Hafta sonları at arabasıyla Zerzevatçı Zibet Amca mahallemize gelirdi. Arabasının üzerinde portakal, elma, kış sebzesi satardı. Atının arkasına bağladığı gübre torbasından at her sallandığında torbadanbozuk paralar gibi yerlere saçılır, etrafı nahoş kokular sarardı. Zibet Amca’nın beli iki büklüm eğik, iki gözlü terazisi elinde, iki gözlü koyu mavi para önlüğü belinde, kolları dirseklerine kadar sıvalı, sevimli bir de yüzü vardı.
Eskiden at arabalara ve faytonlara, canlı renklerle özel süslemeler nakışlar yapılırdı. Bunu hususi zanaatkar ustaları boya ile yapar, genellikle çiçek ve kuş resimleri, nadiren de yazılar olurdu.
Eskiden her ev sahibi evine kömür alamazdı. Kömür yerine geçebilecek alternatif yakıtlar da vardı. Mesela pek çok evde sobalarda tezek yandığı gibi, odun talaşını yakardık. Talaşı kovaya doldurmak için, önce kovanın ortasına uzun silinir bir odun yerleştirilir, onun etrafına yine bir başka odunla bastıra bastıra, talaş doldurulurdu. Sobanın içine kovayı yerleştirdikten sonra, yavaşça ortasındaki odun çekilir, böylelikle kovanın ortasından hava alması, talaşın ağır ağır yanması sağlanırdı.
Eskiden Tekel Suma Fabrikası üzümün çekirdeklerinden faydalanmaz, yol kenarlarına dökerdi. Kışın yakacağı olmayanlar, kendi imkanlarıyla evlerine götürür, kurutur ve sobada yakardı. Cubur derdik biz ona. Öyle de kuvvetli bir yakacaktı ki, çok ısı verir, bir avuç kadar da kül çıkardı. Yıllar sonra Tekel Suma Fabrikası özelleşti ve o üzüm çekirdeği, hayvan yemi yapılmak üzere, yem fabrikalarına satılmaya başlandı. Fenni yem ve süt yemlerinin içine karıştırıldı.
Eskiden kışın genellikle tek odada soba yandığından, tüm aile bir odanın içine yer yataklarına sıralanır, öyle yatardık kış boyu.
Eskiden bazı evlere tek kapıdan girilir, içinde üç beş ailelik evler olurdu. Küçük küçük otel evi gibi, bir kapıdan beş hane girip çıkabiliyordu. Hayat çeşmesini ortak kullanıyorlardı. Böyle evleri, gurbetçiler, inşaatta çalışmak için gelen bekarlar, köylüler kiralıyorlar, bir dönem kaldıktan sonra da ayrılıyorlardı.
Eskiden çetin kış şartlarında bazı kadınların ayaklarında terlik olurdu. O soğukta terlikle gezerlerdi. Yokluk, yoksunluk vardı. Ayrıca karlar eridi mi, yollar, kapımızın önü, her yer çamur olurdu, bazen de yürüyemezdik.
Karaman’ da eskiden adetti gençler bir araya toplanır, böylece de vakit geçirirlerdi. Uzun kış gecelerinde patlamış mısır, kayısı çekirdeği, üzüm, kayısı, erik kurusu, çitlek, elma yerlerdi. Ninelerimizin iç cepli yelekleri olurdu. O ceplerinde mutlaka şeker, üzüm, çocukları sevindirecek bir şeyler olurdu, çocuklara verirlerdi. Bir de eskiden masallarımız vardı. Ninelerimiz masallar anlatırdı. "Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini, tıngır mıngır sallar iken" diye başlayan... Ayrıca "Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte, bir varmış bir yokmuş" ile başlayan masalları, heyecanla dinlerdik. Bu masallar ki bizim hayal dünyamızı da, ufkumuzu da genişletir, bizim de hayal kurmamızı sağlardı. Hayal ederdik, canlandırma yapardık masalları...
Eskiden çocukluk çok eğlenceliydi. Özgürlük vardı. Saldım bayıra, mevlam kayıra taktiği, çocukları at koşturur gibi koşturuyordu, vücutlarını geliştiriyordu. Her türlü yaramazlıklar, oyun kurmacalar, oyun bulmacalar... Çocuklar yaratıcılıklarını konuşturuyordu.
Eskiden Karaman’da besi ahırları da çoğunluktaydı. Besi ahırlarından çıkan gübreler bir yere yığılırdı. Kuşlar da sürüler halinde gübrelerin üzerine inerlerdi. Çocuklar, bir tahta parçası üzerine at kılı ile tuzak düzeneği kurar, sığırcık yakalardı. Sığırcık da tükendi, eskisi gibi kalmadı.
Eskiden kışa hazırlık olsun diye damlarımız yuvakla yuvanır, toprağı sertleştirilirdi. Damlarımız ve evlerimizin tavanları genellikle uzun kavaklarla örtülüydü. Bu günkü gibi beton tavan veya asma tavanlarımız yoktu. O tavanlardan, ağzı açık uyuduğumuz zaman, ağzımızın içine böcekler düşerdi.
Eskiden kışa hazırlık, damlarımızda kurutmalık kuruturduk. Şimdiki gibi narenciye veya sera ürünü yetişmediğinden, kurutmalıklarımız çok meşhurdu. Patlıcanın içini oyar, tuzlar, iğne ile iplere geçirirdik. Ayrıca patlıcanları kızartmalık gibi uzun uzun doğrar, tuzlar, iğne ile ipe geçirir, iki direk arasına asar, kuruturduk. Domatesi de ortadan ikiye yarar, tuzlar, damın üstünde bir bezin üstüne serer, kuruturduk. Biberi de yemeklik şeklinde doğrar, tuzlar, kuruturduk. Bolca turşu kurardık. Patlıcan, biber, domates, salatalık turşusu, patlıcan turşusu için patlıcanları önce tuzlu suda az haşlar, karınlarını yarar, içlerine domates, biber, sarımsak karışımı, salata ile doldurur, iple sarar, bidona yerleştirir, üzerine sirke dökerdik. Daha sonraları turşularımız da çeşitlendi.
Eskiden kışlar çok çetin geçtiğinden, sularımız donar, çeşmelerimizden sular akmazdı. Mahallenin camisinden bakır, alüminyum güğümlerle, kovalarla su taşırdık.
Eskiden Cumartesi Pazarının kurulduğu yerde, çukur bahçemiz vardı. Kışın biz çocuklar için kayak merkeziydi adeta orası, yokuş aşağı, diklemesine kayardık. Kalabalık olurduk, bazıları altlarına evlerinden naylon leğen getirir, onunla kayardı. Daha sonra şehrin içinde kötü görüntü oluşturuyor, görüntü kirliliği oluyor diye oraya park yapıldı. Park yapılırken de yapılan kazılarda, yol çalışmalarında Ticaret Lisesinin olduğu yola kadar, o civarda, Hamidiye Mahallesinde her kazılan yerde, eski mezarlara rastlandı.
Hafta sonları at arabasıyla Zerzevatçı Zibet Amca mahallemize gelirdi. Arabasının üzerinde portakal, elma, kış sebzesi satardı. Atının arkasına bağladığı gübre torbasından at her sallandığında torbadanbozuk paralar gibi yerlere saçılır, etrafı nahoş kokular sarardı. Zibet Amca’nın beli iki büklüm eğik, iki gözlü terazisi elinde, iki gözlü koyu mavi para önlüğü belinde, kolları dirseklerine kadar sıvalı, sevimli bir de yüzü vardı.
Eskiden at arabalara ve faytonlara, canlı renklerle özel süslemeler nakışlar yapılırdı. Bunu hususi zanaatkar ustaları boya ile yapar, genellikle çiçek ve kuş resimleri, nadiren de yazılar olurdu.
Eskiden her ev sahibi evine kömür alamazdı. Kömür yerine geçebilecek alternatif yakıtlar da vardı. Mesela pek çok evde sobalarda tezek yandığı gibi, odun talaşını yakardık. Talaşı kovaya doldurmak için, önce kovanın ortasına uzun silinir bir odun yerleştirilir, onun etrafına yine bir başka odunla bastıra bastıra, talaş doldurulurdu. Sobanın içine kovayı yerleştirdikten sonra, yavaşça ortasındaki odun çekilir, böylelikle kovanın ortasından hava alması, talaşın ağır ağır yanması sağlanırdı.
Eskiden Tekel Suma Fabrikası üzümün çekirdeklerinden faydalanmaz, yol kenarlarına dökerdi. Kışın yakacağı olmayanlar, kendi imkanlarıyla evlerine götürür, kurutur ve sobada yakardı. Cubur derdik biz ona. Öyle de kuvvetli bir yakacaktı ki, çok ısı verir, bir avuç kadar da kül çıkardı. Yıllar sonra Tekel Suma Fabrikası özelleşti ve o üzüm çekirdeği, hayvan yemi yapılmak üzere, yem fabrikalarına satılmaya başlandı. Fenni yem ve süt yemlerinin içine karıştırıldı.
Eskiden kışın genellikle tek odada soba yandığından, tüm aile bir odanın içine yer yataklarına sıralanır, öyle yatardık kış boyu.
Eskiden bazı evlere tek kapıdan girilir, içinde üç beş ailelik evler olurdu. Küçük küçük otel evi gibi, bir kapıdan beş hane girip çıkabiliyordu. Hayat çeşmesini ortak kullanıyorlardı. Böyle evleri, gurbetçiler, inşaatta çalışmak için gelen bekarlar, köylüler kiralıyorlar, bir dönem kaldıktan sonra da ayrılıyorlardı.
Eskiden çetin kış şartlarında bazı kadınların ayaklarında terlik olurdu. O soğukta terlikle gezerlerdi. Yokluk, yoksunluk vardı. Ayrıca karlar eridi mi, yollar, kapımızın önü, her yer çamur olurdu, bazen de yürüyemezdik.
Karaman’ da eskiden adetti gençler bir araya toplanır, böylece de vakit geçirirlerdi. Uzun kış gecelerinde patlamış mısır, kayısı çekirdeği, üzüm, kayısı, erik kurusu, çitlek, elma yerlerdi. Ninelerimizin iç cepli yelekleri olurdu. O ceplerinde mutlaka şeker, üzüm, çocukları sevindirecek bir şeyler olurdu, çocuklara verirlerdi. Bir de eskiden masallarımız vardı. Ninelerimiz masallar anlatırdı. "Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini, tıngır mıngır sallar iken" diye başlayan... Ayrıca "Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte, bir varmış bir yokmuş" ile başlayan masalları, heyecanla dinlerdik. Bu masallar ki bizim hayal dünyamızı da, ufkumuzu da genişletir, bizim de hayal kurmamızı sağlardı. Hayal ederdik, canlandırma yapardık masalları...
Eskiden çocukluk çok eğlenceliydi. Özgürlük vardı. Saldım bayıra, mevlam kayıra taktiği, çocukları at koşturur gibi koşturuyordu, vücutlarını geliştiriyordu. Her türlü yaramazlıklar, oyun kurmacalar, oyun bulmacalar... Çocuklar yaratıcılıklarını konuşturuyordu.