Ekmek kavgası bunun adı, doğru ama bu kavga diğer kavgalar gibi değil. Diğerleri gibi vur kaç yumrukla dövüş de değil. Kavga kolay kazanılan ekmekler için söylenilen bir sözcük de değil. Söyle o zaman ekmek kavgası sözü ile ne demek istiyorsun?
Bir grup kız çocuğu iken, ekmek kavgasına karışmıştık, onu hatırlayın. Kolay basit bir kavga mıydı? Küçük kız çocukları yokluğu, yoksulluğu yenmiş, kalplerimizde çiçekler açtırmıştık. Fabrikalara çalışmaya giden kızlar güle oynaya, şarkı söyleye söyleye. Kendilerine mutlu bir gelecek için, işlerinden yollar açmış evlerine de, mutlu bir şekilde, şarkı söyleye söyleye gelmişlerdi. İşten eve, evden de işe
Bu ekmek kavgasının, şarkılı türkülü olmadığını söyleyenler de var. Daha ağır bir yükün altında ekmek kavgasına tutuşanlar, daha çok sorumluluk yükü altında çalışanlar. Bu ekmek kavgasının bitmeyeceğini de biliyorlar o ekmek kavgasının ömürlük olduğunu içten içe her gün iç içe.
Üstelik sadece ekmek kavgası değil, neredeyse her yerde, her şeyle kavga. Hayatla kavga, kadınların hemcinsleriyle sokak ortasında kavga, iki mısırcının yer kavgası ve cinayetle sonuçlanması, pazarcı esnafının kavgası, biri diğerini hastanelik etmesi. İnsan insana kavga, üstelik düşman da değiller. Anlık kavga bu kavga ve dövüşün sonu nereye varacak, ondan da emin değiller, korkuyorlar.
Fabrikalarda işçiler sürekli üretimin içindeler. Hem ruhsal, hem ekonomik bunalım, kendilerine ve ailelerine daha fazla zaman ayıramama, gezmek, eğlenmek, tatil, üstelik özgür bir hayat beklentileri. Dışarıdaki gamsız hayat, pahalılık.
Lafta kalıp uygulamaya geçilemeyen vaatler...
Ve onlar yine de gelecekleri için, kendilerine özgür yaşam alanları oluşturabilmek için, ekmekleri için, mücadele veriyorlar. Hayata, yaşama karşı ter döküyorlar. Kendilerine bir yol aradıklarında, onu aşağılara doğru çekiştiren "ekmek aslanın ağzında" gibi sözler, kendilerini aşağılara doğru çekiştirildiklerini de görüyorlar. Onların orada çalıştıkları işyerlerindeki çalışma koşulları, şartları, süreleri. Ve onların planları, hayatları, yaşamları birbirine karışıyor. Evlerine de vardıklarında, onları bekleyen sosyal hayat, dışarıdaki hayat acı bir anarşist karışık bir ortam. Onun da yokluğuna katlandığı şey, kredi kartlarıyla da çözemediği ekonomik buhran, kendi aleyhine doğru çizilmiş bir sistem.
Nasıl bir iş ya bizimkisi, nasıl bir ekmek kavgası bu? Onun istediği tek şey özgürlük ve yoksulluğun zincirlerinden kurtulabilmek, günlük bazı ihtiyaçlarını alabilmek.
Bir işçinin işe girmeden önce de aynı halde olması, işi bıraktıktan sonra da aynı işin onu bekliyor olması. Sadece beklemeler de değil, zaman hızla ilerliyor, çocuklar büyüyor. Çocukları dahi büyürken, o aynı işine devam ediyor. Çocuğun üniversiteli olması da ayrı bir yük. Ya aileden biri de hastalanırsa. onun işi hastalıkta ilaç da demek. İşçiler kendi aralarında konuştuklarında, birbirlerini etkileyen, birbirlerine dokunan bir yığın hikaye. İçlerinde çıkamadıkları endişe, kaygı, keder, elem.
Devlet özel fabrikalara teşvik aracılığıyla işsizliğe bir çare olarak onlara hizmet ediyor. Özel teşvikler büyük hibeler, vergi muafiyeti, prim indirimleri sadece onlara veriliyor. Sırf onlar zengin olsunlar da işyeri kursunlar. Kurulanlar da çarklarını döndürsünler diye. Gerçekten de öyle mi? Enflasyon bize pahalılık oluyorsa, onlara zenginlik mi? İşçiler asgari ücretle çalışıyorken, birileri de servet mi yapıyor? Öyle mi? Devlet mi bu duruma ön ayak oluyor? Peki beş on özel girişimci zengin olsun, ya diğerleri? Onların hakları? İşçiler asgari ücretle çalışıyorken, birileri de servetlerine servet katıyor, makine ve ekipmanlarını yeniliyor, özel hibelerden de yararlanıyorsa, bu gerçek bir adalet mi? Ekmek kavgası diye gidecekleri, gidip dönecekleri ortam hırsla büyümek ve ekmek kavgası üzerine sınıflandırılmış, dengesizlik üzerine kurulmuş bir düzen. Eğer ki birileri bunun doğru olmadığını söylerse ya da bir kısmını da işçiler için temin etse, o zaman çok daha güzel olur. Mutlu, şarkı söyleye söyleye işine gidip gelen, bir işçi koromuz olur.
Hadi diyelim işçiler bu ekmek kavgasını da geçecekler. Başaracaklar, bu sınavı da verecekler. Ya evlerine varınca? Bir de evlerindeki kavga. Onlar ki, bir de evlerinde kavga istemiyorlar. Boşanmaların, aile kavgalarının pek çoğu da dibimizde.
Evlerine haciz gelenler, yüklü miktarda borçlananlar. Faizi yüksek tutmak için çabalayanlar. Hükümet et fiyatlarını düşürdü. Daha fazla da düşürülecek. Ve o et, fakir fukaranın sofrasına gelecek. Fazla akıllarını çalıştıramayan eski hükümetler, tohumu ithal edip, tohum yerine, kendi kafalarını toprağın içine gömmüşlerdi. O zaman ki mahsulleri GDO'lu ürünleri de hatırlayın. İyi bir yaşam sürmek, kaliteli hayat yaşamak istiyorsak, her yapılan planın, çalışmanın, kar ve hırs duvarlarını aşıp, insanların mutluluk ve refahı, huzuru için harcanması, bu şekilde yapılanması gerektiğini de hatırlayın. Paramparça olmuş aileleri, yıkılan evleri, yuvaları ve o çocukları hatırlayın.
Fazla da abartmaya gerek kalmadan, korkulan gerçekler olmadan, nasıl olsa güvence veren de olmayacak ki, kişinin elindeki en güçlü silah, önündeki işi ve kendi kendisine yaptığı yatırımdır. Siz ortamın havasını teneffüs ettiğinizde, ne kokluyorsunuz? Bir işçinin bir başka işçi ile kavga ettiğini mi? Ya da zengin patronların, daha fazla pazar kapmak için birbirleriyle kavga mı ettiğini?
Bizim kavgamız ekmek kavgası. Konusunu ettiğimiz kavga, hep birlikte, ekonomik pahalılığın yükünü hafifletecek bir işbirliği. İşçiler git gide hayat pahalılığından, maaşlarının yetmediğinden, geri geri gittiklerinden yakınıyor. Çünkü işçi dediğimiz, tek başına bir kişi değildir. Çoğunun baktığı bir ailesi vardır.
İşçilerin eleştirilerinden muaf olarak, işçilerin yorumlar şeklinde aktardıkları bunlar. Günlük konuşmalarda bu geçim sorunlarıyla dolu ve o bilindik kavgalar, ekmek kavgası, kaygı, endişe, hep bunlarla dolu. İşçi, işçi olduğu için şikayet etmiyor. Onların da tek endişesi, bir an önce yirmi yılını doldurmak. Bu ekmek kavgasından, bir an önce kurtulmak. Tek istedikleri şey, özgür olmak, özgürce uykuya dalmak, uyanmak, çünkü yaşadıkları dünya onlara özgürlüğü tam tanımlamıyor. Ama ileride onlar da ellerini eteklerini işten çekince, kendilerini de belli bir düzene oturtup, belli bir zemin üstünde yollarına devam ettikçe, daha çok özgür olacaklar. Zenginler gibi yataktan kalkabilme özgürlükleri, zenginler gibi, aynı derecedeymiş gibi.
https://yazarimben1.blogspot.com.tr/
Bir grup kız çocuğu iken, ekmek kavgasına karışmıştık, onu hatırlayın. Kolay basit bir kavga mıydı? Küçük kız çocukları yokluğu, yoksulluğu yenmiş, kalplerimizde çiçekler açtırmıştık. Fabrikalara çalışmaya giden kızlar güle oynaya, şarkı söyleye söyleye. Kendilerine mutlu bir gelecek için, işlerinden yollar açmış evlerine de, mutlu bir şekilde, şarkı söyleye söyleye gelmişlerdi. İşten eve, evden de işe
Bu ekmek kavgasının, şarkılı türkülü olmadığını söyleyenler de var. Daha ağır bir yükün altında ekmek kavgasına tutuşanlar, daha çok sorumluluk yükü altında çalışanlar. Bu ekmek kavgasının bitmeyeceğini de biliyorlar o ekmek kavgasının ömürlük olduğunu içten içe her gün iç içe.
Üstelik sadece ekmek kavgası değil, neredeyse her yerde, her şeyle kavga. Hayatla kavga, kadınların hemcinsleriyle sokak ortasında kavga, iki mısırcının yer kavgası ve cinayetle sonuçlanması, pazarcı esnafının kavgası, biri diğerini hastanelik etmesi. İnsan insana kavga, üstelik düşman da değiller. Anlık kavga bu kavga ve dövüşün sonu nereye varacak, ondan da emin değiller, korkuyorlar.
Fabrikalarda işçiler sürekli üretimin içindeler. Hem ruhsal, hem ekonomik bunalım, kendilerine ve ailelerine daha fazla zaman ayıramama, gezmek, eğlenmek, tatil, üstelik özgür bir hayat beklentileri. Dışarıdaki gamsız hayat, pahalılık.
Lafta kalıp uygulamaya geçilemeyen vaatler...
Ve onlar yine de gelecekleri için, kendilerine özgür yaşam alanları oluşturabilmek için, ekmekleri için, mücadele veriyorlar. Hayata, yaşama karşı ter döküyorlar. Kendilerine bir yol aradıklarında, onu aşağılara doğru çekiştiren "ekmek aslanın ağzında" gibi sözler, kendilerini aşağılara doğru çekiştirildiklerini de görüyorlar. Onların orada çalıştıkları işyerlerindeki çalışma koşulları, şartları, süreleri. Ve onların planları, hayatları, yaşamları birbirine karışıyor. Evlerine de vardıklarında, onları bekleyen sosyal hayat, dışarıdaki hayat acı bir anarşist karışık bir ortam. Onun da yokluğuna katlandığı şey, kredi kartlarıyla da çözemediği ekonomik buhran, kendi aleyhine doğru çizilmiş bir sistem.
Nasıl bir iş ya bizimkisi, nasıl bir ekmek kavgası bu? Onun istediği tek şey özgürlük ve yoksulluğun zincirlerinden kurtulabilmek, günlük bazı ihtiyaçlarını alabilmek.
Bir işçinin işe girmeden önce de aynı halde olması, işi bıraktıktan sonra da aynı işin onu bekliyor olması. Sadece beklemeler de değil, zaman hızla ilerliyor, çocuklar büyüyor. Çocukları dahi büyürken, o aynı işine devam ediyor. Çocuğun üniversiteli olması da ayrı bir yük. Ya aileden biri de hastalanırsa. onun işi hastalıkta ilaç da demek. İşçiler kendi aralarında konuştuklarında, birbirlerini etkileyen, birbirlerine dokunan bir yığın hikaye. İçlerinde çıkamadıkları endişe, kaygı, keder, elem.
Devlet özel fabrikalara teşvik aracılığıyla işsizliğe bir çare olarak onlara hizmet ediyor. Özel teşvikler büyük hibeler, vergi muafiyeti, prim indirimleri sadece onlara veriliyor. Sırf onlar zengin olsunlar da işyeri kursunlar. Kurulanlar da çarklarını döndürsünler diye. Gerçekten de öyle mi? Enflasyon bize pahalılık oluyorsa, onlara zenginlik mi? İşçiler asgari ücretle çalışıyorken, birileri de servet mi yapıyor? Öyle mi? Devlet mi bu duruma ön ayak oluyor? Peki beş on özel girişimci zengin olsun, ya diğerleri? Onların hakları? İşçiler asgari ücretle çalışıyorken, birileri de servetlerine servet katıyor, makine ve ekipmanlarını yeniliyor, özel hibelerden de yararlanıyorsa, bu gerçek bir adalet mi? Ekmek kavgası diye gidecekleri, gidip dönecekleri ortam hırsla büyümek ve ekmek kavgası üzerine sınıflandırılmış, dengesizlik üzerine kurulmuş bir düzen. Eğer ki birileri bunun doğru olmadığını söylerse ya da bir kısmını da işçiler için temin etse, o zaman çok daha güzel olur. Mutlu, şarkı söyleye söyleye işine gidip gelen, bir işçi koromuz olur.
Hadi diyelim işçiler bu ekmek kavgasını da geçecekler. Başaracaklar, bu sınavı da verecekler. Ya evlerine varınca? Bir de evlerindeki kavga. Onlar ki, bir de evlerinde kavga istemiyorlar. Boşanmaların, aile kavgalarının pek çoğu da dibimizde.
Evlerine haciz gelenler, yüklü miktarda borçlananlar. Faizi yüksek tutmak için çabalayanlar. Hükümet et fiyatlarını düşürdü. Daha fazla da düşürülecek. Ve o et, fakir fukaranın sofrasına gelecek. Fazla akıllarını çalıştıramayan eski hükümetler, tohumu ithal edip, tohum yerine, kendi kafalarını toprağın içine gömmüşlerdi. O zaman ki mahsulleri GDO'lu ürünleri de hatırlayın. İyi bir yaşam sürmek, kaliteli hayat yaşamak istiyorsak, her yapılan planın, çalışmanın, kar ve hırs duvarlarını aşıp, insanların mutluluk ve refahı, huzuru için harcanması, bu şekilde yapılanması gerektiğini de hatırlayın. Paramparça olmuş aileleri, yıkılan evleri, yuvaları ve o çocukları hatırlayın.
Fazla da abartmaya gerek kalmadan, korkulan gerçekler olmadan, nasıl olsa güvence veren de olmayacak ki, kişinin elindeki en güçlü silah, önündeki işi ve kendi kendisine yaptığı yatırımdır. Siz ortamın havasını teneffüs ettiğinizde, ne kokluyorsunuz? Bir işçinin bir başka işçi ile kavga ettiğini mi? Ya da zengin patronların, daha fazla pazar kapmak için birbirleriyle kavga mı ettiğini?
Bizim kavgamız ekmek kavgası. Konusunu ettiğimiz kavga, hep birlikte, ekonomik pahalılığın yükünü hafifletecek bir işbirliği. İşçiler git gide hayat pahalılığından, maaşlarının yetmediğinden, geri geri gittiklerinden yakınıyor. Çünkü işçi dediğimiz, tek başına bir kişi değildir. Çoğunun baktığı bir ailesi vardır.
İşçilerin eleştirilerinden muaf olarak, işçilerin yorumlar şeklinde aktardıkları bunlar. Günlük konuşmalarda bu geçim sorunlarıyla dolu ve o bilindik kavgalar, ekmek kavgası, kaygı, endişe, hep bunlarla dolu. İşçi, işçi olduğu için şikayet etmiyor. Onların da tek endişesi, bir an önce yirmi yılını doldurmak. Bu ekmek kavgasından, bir an önce kurtulmak. Tek istedikleri şey, özgür olmak, özgürce uykuya dalmak, uyanmak, çünkü yaşadıkları dünya onlara özgürlüğü tam tanımlamıyor. Ama ileride onlar da ellerini eteklerini işten çekince, kendilerini de belli bir düzene oturtup, belli bir zemin üstünde yollarına devam ettikçe, daha çok özgür olacaklar. Zenginler gibi yataktan kalkabilme özgürlükleri, zenginler gibi, aynı derecedeymiş gibi.
https://yazarimben1.blogspot.com.tr/