Karaman'ın Koyunu

TAKİP ET

Lakin efsane dediğiniz hadise, anlatılan olayı yaşayan herkes öldükten sonra doğar

Lakin efsane dediğiniz hadise, anlatılan olayı yaşayan herkes öldükten sonra doğar. Bire bin katma mı? Belki birazcık da o vardır, fakat yaşanan olayın özüdür akıllarda kalan. Yoksa hangi yiğidin, kaç oku kirişe çekip, ok kadar düşmanı yere serdiği, işin sadece masalsı kısmıdır.

Dedim ya; vakit çok eski bir vakit ve o vakitte hayatta olanlara şimdilerde Allah rahmetini esirgemesin.

Anadolu’da Moğol istilası vardır. Hem de ne istila!

Harmana gün sayan buğday başaklarına çullanan çekirge misalidir Moğollar. Kendi karınlarını doyurmak için, bebelerin süt verdiği memeleri bile söküp atacak kadar açgözlüdürler. Kuşattıkları şehirlerde durum aynı ile vakidir. O kuşatmalar ki; ne içeri bir lokma ekmek girer, ne dışarı bir avuç buğday çıkar. Hani ellerinden gelse, insanların ciğerlerindeki nefesleri bile alacak gibidir Moğol belası. Durmak, doymak bilmez bir çekirge sürüsü.

Karaman ki o vakitlerde adı Larende’dir, Karamanoğulları Beyliği’nin göz bebeğidir. Lakin her tarafı kuşatılmış bir haldedir. Koskoca şehri esir almıştır Moğol. Mal, can, ırz hepten tehlike altındadır. Belki en güvenli yer toprağın altıdır da lakin toprak canlıyı kabul etmez. Ecel sanki bir ağıt değil de bir toy sebebidir. Açlık, hastalık, korku ve umutsuzluk çöreklenip kalmıştır her bir surun, her bir burcunun dibine.

"Ya şehri bana bırakacaksın ya da acından bilcümle halkın yitip gidecek Karamanoğlu!" der Moğolların çıbanbaşı.

Kolay mıdır öyle koskoca şehri, hem de namlı bir beyliğin gözbebeğini düşmana sessiz sedasız verivermek? Allah korusun!

"Atalarım!" der Karamanoğlu Beyi. "Te senin kopup geldiğin yurttan, öyle senin gibi elini kolunu sallaya sallaya gelmedi! El aldı, kol kesti ve dahi kelle devirdi! Ölen ölür! Kalan sağlar da bize çok çok yeter! Maksadın ki bizi ölüme mahkûm etmek; o vakit şunu aklından çıkarma; kundaktaki bebemizden, bir ayağı çukurda ihtiyarımıza varana kadar hiçbirimiz savaşmadan ölmeyiz! Aha bu da sana son sözümdür!"

Öfkelenir Moğol. Çekik suratı iyice gerilir. Buraya gelene kadar çok adam tepelemiştir amma bu sefer ki, bu Karamanoğlu dedikleri pek bir dişli çıkmıştır. Moğol ordusunun kalabalığından, zalimliğinden ve vahşiliğinden tek kaşı oynamamıştır.

Kolay değildir Karaman’ı zapt etmek. Kolay değildir öylece geçiverip gitmek.

Daha yakındır Haçlı Ordusu’nun komutanı koskoca Alman İmparatoru Frederick’in bu topraklarda ölüp gittiği.

Lakin umut dediğin karın doyurmamakta. Cesaret dediğin bebelerin anlamadığı laf! Onlar süt ister, ekmek ister. Kara düşünceler almıştır Beyi.

Bir vakitte bir çoban peyda olur. Dikilir karşısına Karamanoğlu Beyi’nin.

"Bu işin bir hal çaresi vardır Beyim!" der. "Sen destur verirsen diyeceklerim var sana"

"Akıl akıldan üstündür, derdi Atalarım" der Karamanoğlu. "Anlat hele!"

"Bu Moğol soysuzunun ordusuyla, bizim orduyu teraziye koysak, onların yarısı bizimkilerden ağır gelir Beyim" der çoban, deli cesaretiyle. Kolay mı? Kelle var işin ucunda.

"Sen ne dersin be!" diye hiddetlenir Karamanoğlu. Lakin buraya kadar gelmiştir çoban ve diyeceklerin demeden kellesinden ayrılmaya niyeti yoktur.

"El aman Beyim" diye boyun eğer. "Bitmedi diyeceklerim"

Bey dinlemeye rıza gösterir.

"Asker kadar koyunumuz var çok şükür. Ya biz bu koyunları, bu soysuzlar kuşatmadan vaz geçene kadar yiyeceğiz, amma ve lakin cümle alem bize korkak diyecek; ya da bunların her bir boynuzuna bir meşale takıp süreceğiz Moğol’un üzerine. Bir de askerlerimize koyun postu vereceğiz. Kılıcını, mızrağını, kirişini, sadağını alan askerler de koyunların arasına karışacak. Salacağız bayırdan aşağıya. Bunlar ki gelenlerin koyunlar olduğunu anladıklarında, istiflerini bozmayacak. İşte o zaman kirişler gerilip oklar havalanacak, kılıç kınına dönmemek üzere çıkacak. Mızrak her saplandığı yerden bir canı da yanında getirecek. Demem o ki Beyim; içlerine girmezsek, karşılarından yıkamayız bu Moğol seddini!"

Bu oyun aklına yatar Karamanoğlu’nun. "Hadi o zaman!" der.

Sessiz sedasız hazırlıklar başlar. Evlerde post, ahırlarda koyun kalmaz. Kılıçlar bileğilenir, oklar sivriltilir, kirşler gerilir.

Aysız bir gecedir. Şahin misali gözü olanların, akı karadan, karayı aktan ayıracak durumu yoktur. Askerlerin tamamı kuzuların postlarına bürünmüştür. Herkesin eli kılıcında, okunda, yayında, mızrağındadır.

"Ya Allah!" der Karamanoğlu.

Kalenin önünden üzerlerine gelen kalabalığı görünce savaş hali alır Moğol.

"Nereden bulmuş bunca askeri! Nasıl habersizce aramızdan geçip, kaleye ulamışlar!" diye haykırır Moğol.

Bir vakit sonra bir ulak gelir.

"Karamanoğlu aklı sıra bize oyun etmiş" der. Boynuzlarında meşaleler yanan bir koyun tutmaktadır. "Aklınca bizi korkutup kaçırmakmış derdi. Fakat onca aklından çıka çıka bu oyun çıkmış besbelli"

"Adamlara söyleyin sakin olsunlar. Karamanoğlu kendi aç karnını doyuracağına, olanca koyunu bize yollamış!" diye kahkaha atar.

Oysa vaziyetten haberdar olmayan kendisidir. Yarımcağız aklı kanmıştır bu hileye.

Eh ne demiş Atalar? Cenkte her yol mubahtır! Biri hile yapar, lakin kabahat hileye kanandadır.

Moğolların içlerine bir güzelce sızan ve dahi ustaca yerlerini alan kemankeşler, çekerler kirişleri. Sadaklardan çıkan her bir ok kadar can alınır. Moğol taifesi ne olduğunu anlamadan yok olmaya yüz tutar. Çil yavrusu misali dağılır her biri.

Moğol’un çadırına girer Karamanoğlu. Kılıcından kan damlamaktadır. Sırtındaki kanlı postu, Moğol’un yüzüne fırlatır.

Kılıç bir kere kalkar ve bir kere iner.

İnler Moğol, son nefesinde.

"Ben koyun sandım, bu oyun çıktı!"

Karamanoğlu söyler son sözü;

"Karaman’ın koyunu, böyle çıkar oyunu!"