Doğa ve Sarıkeçili Yörükler

TAKİP ET

Anadolu'nun konar- göçer yörükleri Sarıkeçililer günlerce gecelerce gittiler

Anadolu’nun konar- göçer yörükleri Sarıkeçililer günlerce gecelerce gittiler. İlkbaharda Toroslar’ı da aşıp yürüyerek yaylara göç edecekler. Oğlakların kimisi kucaklarında kimisi de doğanın kucağında her biri ayrı bir serüven aslında. Yaylaya varacakları yere ulaştıklarında oraya göçebe çadırlarını kuracaklar orada da konaklayacaklar. Hani her bir şehirlinin beton bloklar arasında yaşayanların oralarda olmak için can attıkları yerlerde. İnsanın kendini arzuladığı yerde bulması arzuladıkları yerlerde ama kısa bir süreliğine tadını da kaçırmadan böyle bir değişiklik hoş olabilirdi.

Sarıkeçili yörükleri çayır çayır dolaşıyorlardı. Bir çayırdaki otlar tükenince yollarına devam ediyorlardı. Dağdan inen su ile ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Kırlarda çalı çırpı toplanıyor. Tavuklar kuluçkaya yatırılıyor civcivler büyütülüyor tavukların altından yumurta toplanıyor. Ayran yayıkta yapılıyor lıkır lıkır içiliyor. Çökelek peynir yapılıyor. Taşlarla kurdukları ocaklarda aş kaynatılıyor yufka pişiriliyor. Her sabah taze bazlama atılıyor. Keçiler sağılıyor. Kesilen keçinin derisi tulum şeklinde çıkartılıyor derisine peynir basılıyor.

Kahkaha bol neşe her biri de hallerinden hoşnut. Doğa sevgisi Sarıkeçililerin içinde vardı. Doğa sevgisi öyle ki bir hastalık gibi doğaya tutulmuşlardı. Çünkü doğa, ilçelerden illerden çok daha geniş çok daha güçlü çünkü burada özgürlük vardı. Doğada dağlar ırmaklar çayırlar çimenler vardı. Her yer çok güzel yaşadıkları yer, yaptıkları şey ise kendilerini saklamaktı. Başkaları tarafından anlaşılmaya da gerek kalmadan.

Güneş saatine göre keçileri güt onların yollarını gözlemle otlayıp otlanmadıklarına bak. Başıboş dolaşıyormuş gibi sağa sola bak. Dağlara tırman, vadilerde dolaş, ırmakların kıyısında otur. Tepeleri seyret, tepelere ardıç ağaçlarının üzerine konan kuşları. Çayırlara serpilmiş binbir çeşit çiçekleri kokla. Odun ateşi yak. Odun ateşinin yanışına gözlerini dik seyret. Odun közünde çay demle yemek yap. Yörük kilimlerini ilmek ilmek dokuyan yörük kadınlarını seyret. O kurumuş kocakarıların nasıl da canlı ve atik olduklarını. Aslında her şey bir başka şeydi. Toroslar yaylasında huzuru bulmak. Huzurun oralarda bir yerlerde saklandığını bilmek aramak. Nerede huzur? Huzur orada bir yerlerde de saklıydı hemen içine atlayıverecek yakınlıkta. Torosların hemen arkasında ötelerde, şöyle bir Karaman ovasından baktığında orada ufukta gözlerinin iki çizgi gibi kesiştiği noktada. Dağların ihtişamını yaylaların ovanın sükunetinde iç huzuru bulmak ve Yaradana bol dua etmek. Tepelerden aşağılara doğru baktığında çayır çimen mor sümbüller doğanın güzelliği doğanın iyiliği karşısında gerçekten insan kendinden geçer. Güneşin kızıl ışıltılarla battığı sırada ve bir de dolu dolu ağzını doldura doldura yüksek sesle bağırdığında. Tekrar gözlerini kaldırıp havaya şükretmek için bu kez de gökyüzünde süzülen kartalları görürdün. "Kartallar yüksek uçar Banazlı, öyledir Çolak Efe" bu sözü de söylerdin. Kartalların ne ile beslendiklerini ne kadar keskin gözlere sahip olduklarını yırtıcı kuşlar familyasından olduğu aklına gelirdi. Doğada ki her şey insana bir işaret bir şey veriyor da her biri de doğanın bir nöbetçisi gibi insanoğlunu selamlıyordu nihayetinde. Yörük çadırı altında.

Doğadan gelen mutluluk. Doğada uzun süre kalmak insanı rahatsız edebilirdi miydi? Doğa güzel mi? Yoksa acımasız mı? Güzellik doğanın içinde olmaktan mı geçerdi? Doğanın içinde olan birinin kendi kendine sorduğu soru kendileriyle şehirliler arasında bir fark olduğunu hissetmeye başladığı anda.

Anadolu da bin yıla merdiven dayayan göç kültürünü sürdüren Sarıkeçili yörükleri bıkmadan usanmadan yorulmadan göç ediyorlar. Deve at ve eşeklerine yükledikleri mülkleriyle konargöçerler. Atalarından kalma yörük kültüründen de vazgeçmeyen Sarıkeçililer böylece de yaylalarda yazı geçirecekler kışın tekrar geldikleri Antalya yöresine geri dönecekler. Tam bir sergüzeşti hayatı.

Tarla üstüne tarla, ev üstüne ev, rütbe üstüne rütbe ile de uğraşmadan yörük kültürünü yaşatmak. Ayrıca çobanlığın da peygamberlik mesleği olduğu düşünülürse. Ama kendilerine ait rahat konforlu yatacakları bir yatak odaları bile yoktu. Onlar her türlü lüksten uzak keçi kılından yaptıkları yağmur geçirmeme özelliğine sahip çadırlarında. Çadırların kapılarında anahtar bulunuyor muydu? Çadırların bulunduğu yere oba deniliyor. Otlak bulmak hayvanlarını otlatabilmek içinde seyrek şekilde çadırlarını kuruyorlardı.

Sarıkeçililer kendilerine özgü hızlı hızlı yürürler. Siyah saçlı kumral benizli açık havada da yaşadıklarından renkleri daha çok açıktan koyuya doğru çalar. Esmere çalan tenleri günlerce güneş altında tutulmuş gibi yarık yarık olur. Elektrik olmadığından ateşin etrafında ısınırlar. Çocuklar tablet bilgisayar bilmez. Gezmek sokağa gitmek internet nedir bilmez. Çocuklar para ile alınan oyuncaklar yerine taşlarla toprakla kuzu ve oğlaklarla oynuyor. Çocuklar davar sürüleri güdüyor. Okul zamanı yol kenarlarına konaklıyorlar

Doğa temiz hava her şey iyi de insanlarla iletişim o kadar yetersiz ki.

Dağın ormanın yaylanın sahipleri yörükler. Onlar doğaya aşık doğa onların yuvası peki insanlar doğaya ne yapıyorlar?

Tepeler çimenler üzerinde serpiştirilmiş ardıç ağaçları, dallarında seken ardıç kuşları. Arıların böceklerin vızıltısı kuşlarını cıvıltısı sıcak bir günün ardından yağan yağmur güneşin sarı ışıkları çadırların içinde çıkan bacalardan yükselen dumanlar. Her şey o kadar berrak ve aydınlık ki. Her biri de birer ayrıntı. Doğrusu bedelini ödemek doğadan gelen nimetleri kucaklamak yerine beton blokları kucaklamak.

Daha Fazlası için: https://yazarimben1.blogspot.com.tr/