Çok acil çözüm bekleniyor

TAKİP ET

Son günlerde gündeme düşen yılkı atları bir büyük kepazeliğin ayak sesleri

Son günlerde gündeme düşen yılkı atları bir büyük kepazeliğin ayak sesleri. Bu şehirde birileri acilen bir şeyler yapmalıdır. Karamanın yeni bir rezilliğe tahammülü yoktur.

Doru ve Çılgır ile Sevgili Abbas Sayar’ın Yılkı Atı adlı romanında ve tarihin Dev Edebiyatçısı Muhterem Cengiz Aytmatov üstadın Gülsarı isimli hikayesinde tanıdı toplumun büyük bölümü yılkı kavramını.

Ama geçmişi anlatmayı hiç hazzetmeyen Babacığımın anlattığı o öz hikayelerden çocukluğumuzdan bilirdik yılkı kavramını. Hele babamın Yılkıcı adı ile andığı Üçkuyu Köyünden bir usta at binicisini anlatırken "Urgandan bir at koşumu olurdu. Altında ufacık bir atı ile Karadağ’da yel gibi eser, aylarca dağda kalmış kurtlarla başa çıkmış, vahşileşmiş atları tek tek urganlı değnekle alır getirirdi. Her atın kimin olduğunu bilir, sahibine teslim ederdi. Bu hizmeti için de verenden alır, o da beş on kuruş bir para. Çok usta bir seyisti" kelimeleri hafızalarımızda her an capcanlı durur.

Sonra modernleştik, makineleştik muasırlaştık. Satınca sucuk olmasından korktuğumuz binlerce yıllık dostlarımızı azat ettik. Yıllarca güz ayı bırakıp bahar aylarında aldığımız Karadağ’dan bir daha hiç almadık. Çünkü traktör denilen makineleri almıştık. Atıkları biyolojik değildi, tarlamıza gübre olarak atmıyorduk, onunla dertleşemiyor onu sevemiyorduk, sevsek de demir sessizliği ile bize cevap vermiyordu. Bakışı yoktu öyle melül melül, acıkıp susadığında kişneyip bizi çağırmıyordu, meradan dizgini salınca evi bulmuyordu, acelemiz olduğunu anlayıp, mahmuzlamadan dörtnala kalkmıyor, keyifli olduğumuzu anlayınca türkümüze eşlik eden tırısı ile ritim tutmuyordu ama iyi iş görüyordu.

Traktör pis kokulu duman atıyor, her an masraf açıyor, bir bağımlı gibi mazot içiyordu ama iyi iş görüyordu.
Biz de iyi iş gördük ve bin yıllık can yoldaşlarımızı, dostlarımızı azat ettik.

Defalarca onları seyre gittiğimizde duygu seline bürünür, duygularımız gözlerimizi nemlendirirdi. Ama onları gördükçe de mutlu olurduk.

Çünkü onlar vahşi düzen içinde kendilerine özgü bir düzen kurmuşlar, örgütlenmişler tüm doğa şartları ile başa çıkabilecek kadar güçlenmişlerdi. Hem de sağlıklı ve dipdiri idiler. Karadağ’ın o acımasız sert şartlarında sığınaklar bulmuşlar, otlağa ve suya yollar oluşturmuşlar, bunlarla da yetinmeyip bölüklere ayrılıp hiyerarşik bir de yapı oluşturmuşlardı.

Mevcut Belediye Başkanı Sayın Ertuğrul Çalışkanın İl Genel Meclis Başkanı, sicili malum salih baldızın genel sekreter, Süleyman Kahraman efendinin de valilik yaptığı dönemde hiçbir bedel beklemeden bir projeyi il özel idaresi desteğine sunmuştuk.

Bu proje ile Karadağ’da TV kulesine yakın bir kulübede üs oluşturup dağın belirli yerlerine harekete duyarlı kameralar yerleştirip atların ve diğer canlıların hayatlarını kayıt altına almayı önermiştik. Böylece her at kayıt altına alınacaktı. Bölüklere ayrılma kıstasları tespit edilebilecekti. Yaşam koşulları incelenebilecek, üreme hızları tespit edilecek, gelecek için bir hazırlık yapılabilecekti. Onların hayatlarına hiçbir müdahalede bulunmadan 2 yıllık bir sürede takip etmeyi önermiştik. Projenin en ince detayına kadar da maliyetleri araştırmıştık. Çıkan rakam da oldukça düşük bir saçma etkinliğinkinden bile azdı. Projenin fizibilitesini yapmış, uygulamayı da şahsi masraflarımız dahi kendimiz karşılamak şartı ile hiçbir beklentimiz olmadan üstlenmiştik. TRT ile de işbirliği yaparak kaliteli bir belgesel de oluşabilecekti.

Ne mi oldu?

Deve oldu.

97 yılından beri ABD uşağı kölesi, köpeği olduklarına inanıp da kavgalı olduğumuz paralelci satılmışların hışmına uğradı, kayboldu gitti. Sayın Ertuğrul Çalışkanın bile bu yok oluşu engellemeye gücü yetmedi.

Her fırsatta kendimizi attığımız Karadağ’a aylardır gidemiyoruz. Ayağımız çekmiyor. Son gördüklerimizden sonra insanlığımızdan utandık. O demir bariyerlerin arkasındaki gözler binlerce yıllık dostlarımızın can yoldaşlarımızın bakışları değildi. MEDET arıyorlardı, Hayvanlar insandan insanlık bekliyordu.

Fotoğraflamak, görüntü kaydetmek için gittiğimizde yüzlerce metre uzaktan bize rest çeken diklenen ve yaklaştırmayan kahramanların dünyaları yıkılmıştı. Gözlerinde çakan şimşekler, burunlarından fışkıran buharlar, hele ki o liderlerin uzaktan diklenip de tehditkar edalarla kafa sallayışı kalmamıştı. Tüyleri dökülmüş, yer yer yaralar bereler oluşmuş, tozdan gözleri çapaklanmıştı. Bazıları mecalsiz kendini yere atmış soluk soluğa direniyordu. Tenlerini sinekler istila etmiş, kuyruklarını sallayacak mecalleri kalmamıştı.

TÜRK ün esir olmayacağı gibi onlar da bu esaretten dolayı perişandılar.

Son günlerde gündemde toplu ölümlerin olduğu konuşuluyor. Tek bir yetkili ilgili çıkıp da gerçeği açıklamıyor. Toplum iyi ya da kötü bilmek istiyor ama suskunluk hakim.

Tıpkı Karamandan intikam alırcasına pis bir taciz olayını, yurt olayını, lastik ayakkabı olayını abartıp Karamanı rezil eden gündemler gibi bir gündem kapıda.

Konya Orman Bölge Müdürlüğü projesi olduğundan şu an Konya kelimesi geçiyor ama bu gün yarın kabak çömlek patlayıp ayıp ortaya çıkacak ve Canım Karamanımız bir kez daha dillere desten bir kepazelikle topa tutulacak. Hatta akşam sabah Konya kendi adını temize çıkarmak için bunun Karaman/Karadağ’da cereyan ettiğini açıklayacak.

Bu tür konularda ne zaman refleks duruş sergileyebileceğiz ki. Rezillik ifşa olmadan birileri çıkıp da işin gerçeğini "iyi ya da kötü" neden açıklamaz. Neden toplumun tecessüs virüsünün üremesine ve bentleri yıkmasına müsaade edilir. Bu tür şeyler ne denli kötü olursa olsun ilk anda refleks bir yaklaşımla kamuoyunun bu tecessüsüne cevap verilse tedavi oluverecek. Ama sanki kasıtlı yapılırcasına suskunluk hakim.

Sayın Vali, Sayın Belediye Başkanı, Sayın Orman Bölge Şefi; Son birkaç olayda bu Kadim Medeniyet Beşiğinin Halkından olmaktan utandık. Bir yenisini istemiyoruz. Hazır değiliz.