Bilekleri serttir de yürekleri yumuşaktır Semerciler esnafının

TAKİP ET

1980'li yıllar… Aslında çok geniş olmasa da yürürken mutlu olursunuz taşlı yollarında… Bilekleri serttir lakin yumuşacıktır, sevecendir esnafların yüzleri, sıcacıktır yürekleri… Dostluk tüter, s

1980’li yıllar…

Aslında çok geniş olmasa da yürürken mutlu olursunuz taşlı yollarında… Bilekleri serttir lakin yumuşacıktır, sevecendir esnafların yüzleri, sıcacıktır yürekleri… Dostluk tüter, sevgi kokar, saygı ile döşelidir her taşı Semerciler sokağının…

Demirciler Camisinden itibaren küçük dükkanlar dizilir ardı ardınca…

Semerciler, demirciler, sobacılar, marangozlar, hırdavatçılar, pamukçular, yorgancılar, yastıkçılar…

Öyle böyle değil, hepsi esaslı usta…

Birçoğu Hakkın rahmetine kavuştu o değerli, elleri öpülesi ustaların… Allah Rahmet eylesin… Sağ olanlara Allah sağlıklı uzun ömür versin…

Bıçakçı Süleyman Kantar, Demirci Hurşit Deniz, Marangoz Orhan Özgül, Sobacı Muharrem Ses, Hasan Hançer, Kerim Ova, Ali Gümüş, Mehmet Gümüş, Memiş Taner, Muhammet Demirci, Marangoz Mehmet Doğan, Tenekeci Abdullah Uzun, Kalaycı Hasan Ağa, Attar Mehmet Alp, Demirci Osman Silay, ޞevket Bozkır, Hasan Bülbül-Ramazan Bülbül, Sucu Fuat Usta, Yastıkçı Mustafa Demirel, Kerim Temel, Halit Güçlü, Anahtarcı Ali abi, Kadayıfçı Selami Bozoğlu, Ayakkabı Tamircisi Recep abi, Pembeciler, Boynukalınlar, Dinçaylar... Daha isimlerini hatırlayamadığım ustalar…

15 – 16 yaşlarında bir gençtim o zamanlar... Kızılyakalı’ların binasının ikinci katında “Durak Çay Ocağı” vardı abimin… Altında yastıkçılar vardı… Yıkıldı, yeni bina yapıldı çoktandır… Ben de Semercilerin garsonuydum… Birçok arkadaşımla birlikte garsonluk yaptım… Yakup Sevimli, Orhan Göktekin, Rahmetli Güngör Koraş abim…
Diyafondan çağrı gelir;
- “Muharrem Ses’e üç çaay”
- “Tamaam” deyip çaylar soğumasın diye çok basamaklı kıvrılan merdivenden aşağı inip koşa koşa çayı yetiştireceksin Muharrem abiye. İş bu…

Demirciler Camisinin karşısında körükle demiri kızdırıp, örsün üzerinde demir döven, şekil veren demirci Mustafa Erkuş abiyi halen hatırlıyorum…

Kuş cıvıltıları, dövülen demir sesine, marangozun çekiç sesine karışır, farklı ustaların düzenli vuruşları müzik gibi gelirdi insanın kulağına…

Sabahın erken saatlerinde bir bir açılırdı dükkanlar… Öğle vakti bir sessizlik çöker. Dükkanlar kapatılır, herkes namaza gider… Sonra yine hızarın sesi, teneke sesine, demircinin balyoz sesi, at arabasının çın çın öten teker sesine karışır, hayat yine yeniden başlardı sanki…

Semerciler sokağından geçerken tarihi yaşardınız, tarihi koklardınız…

Esnafların birbirleri ile olan o muhteşem bağı, birbirlerine olan sevgileri ve saygıları, o seviyeli ve bir o kadar da ağır esprileri, şakaları hiç unutulur mu!

Ramazan ayında topluca yemek yedikleri günler…

Dargınlıkları bile bir güzeldi o yılların…

* * *

Çok hikayesi var bu tarihi sokağın… Eskinin ustalarına soruverin, her biri birçok güzel anısını anlatıverir bir çırpıda…

Eskinin güzelliklerinden bir hikayedir bu anlattığım…

Semerciler Sokağının “DAYI” lakaplı Mehmet Gümüş abisinden naklediyorum…

Mehmet abi herkesin dayısıydı… Herkes onu çok sever, onun o babacan tavrından, konuşmasından dolayı kendinden yaşça büyük olanlar bile ona “Dayı” derlerdi… Görürüm yolda, bir esnafın dükkanında, kucaklarım dayı gibi. Çünkü halen o sokağın dayısıdır. Dükkanının camında DAYININ YERİ yazar, esnaflardan biri gelir “D” harfini siler espri olsun diye, olur AYININ YERİ… Mehmet abi der ki; “Yeğenim biz mağaralarda büyüdük, eti toprağa gömer taze taze yerdik...”

Dayı hala şimdiki gençlere taş çıkarır, bisiklete biner… Allah sağlıklı uzun ömür versin…

Hikaye Bıçakçı Süleyman amca ile Hurşit amca arasında geçer… Her ikisi de Hakkın Rahmetine kavuştu…
Bir gün Süleyman amca bıçak bilerken Hurşit amca onun dükkanında ustayı seyredermişâ€¦ Elinde bir kırtlıkla(davar kırkılan makas) bir müşteri girer içeri. Bilenecek kırtlığı yere koyar; “Ne zaman alayım?” diye sorar. Süleyman amca işine dalmış uğraşırken Hurşit amca atılır hemen; “Bir saat sonra gel al” deyince Süleyman amca kızar… Hurşit amcaya dönerek “Belki bir saat sonra bitmeyecek, niye sen cevap veriyon!” diye çıkışır. Hurşit amca buna çok alınır ve çıkar gider dükkanından.

Yıllarca konuşmazlar, küserler…

Zaman geçtikçe de birbirlerine hasretleri artar aslında ama belli de etmezler, edemezler…

Kendileri bir tarafa etraftaki esnaflar da kapı karşı iki ustanın bu dargınlığından dolayı üzgündürler ama elden bir şey gelmez…

Küslüklerinin nedeni budur iki büyük ustanın….

* * *

Dargınlık uzadıkça özlem büyür… Bir fırsat, bir boşluk bulup, bir zaaf anlarını yakalasak da bu iki ustayı nasıl barıştırsak diye düşünür esnaflar…

Bir gün Dayının dükkanında Hurşit amca ile Dayı otururlarmış. Süleyman amca gelmiş dükkana… Kapıdan bakmış ki Hurşit amca oturuyor, Dayıya demiş ki; “Bi çay söyle de içelim… “ Mehmet abi de; “markalar senden ama” demişâ€¦ “Benden olsun bakalım” demiş Süleyman amca… Hurşit amca olunca oturmaz, çıkar dükkanına gider...

Mehmet abi üç çay söyler.

İkisini kendi dükkanına, birini bıçakçıya... Hurşit amca ile birlikte çayı içerler. Kantar dükkanında içer… Hurşit amca çayın markasını çay tabağına koyar, “Onun çayını içmem ben” der. Dayı “hiç olur mu, ikram edilmiş çay zehir olsa bile içilir” diye ısrar ettiyse de ikna edemez…

Mehmet abi iki çay boşunu alır, Hurşit amcanın tabağa koyduğu markayı da alır cebine koyar ve Süleyman amcanın dükkanına götürür boşları bırakır…

Kantar meraklı meraklı sorar; “içti mi çayı?”

Mehmet abi fırsatı yakalamıştır. “İçti… Hem de dedi ki bu benim hayatımda içtiğim en lezzetli çay… Hacı çayı olsun inşallah… Çok sevindi içerken” der…

“Yalan söyledim” diyor Mehmet abi…

Böyle deyince bıçakçının gözleri ışıldar. Özlem sevince döner, göze düşer… İçi güler gözlerinin sevinçten…

Aralarında bir ısınma olmuştur. Bir bahane…

* * *

Semercilerde dükkanlar sabahın erken saatlerinde açılırdı… Tabii ki biz esnaf açmadan önce çay ocağını açmak zorundayız… Ocağın altını yakıp dükkanını yeni açan esnafa ilk sabah çayını yetiştireceğiz… Büyüklerimiz anlatırlardı; sabah namazından sonra açılırmış dükkanlar daha eskileri… Biz onu bilmeyiz…

Dükkanların önü süpürülür, eşyalar dizilir, hazırlanır… Ustalar birbirleriyle selamlaşır, sabahın seherinde hoş sohbetler başlardı… Bu her gün böyleydi…

* * *

O gün geçer…

Ertesi günü sabah erkenden gelir Hurşit amca… Her zamanki gibi dükkanının önünü yıkamış, tahtadan mavi sandalyesini koymuş, dükkanının önünde otururken kapı karşı komşusu bıçakçı gelir mobiletiyle…

Motoru ayaklarının üzerine kaldırırken Hurşit amca ile göz göze gelirler… O karşılıklı bakış artık kaçınılmaz çeker birbirini…

Bir an duraksar bıçakçı ama Hurşit amca ayağa kalkar, artık tereddüt etmeden, gayri ihtiyari ona doğru koşar, o da bıçakçıya… Yolun ortasında kucaklaşırlar ve ikisi birden ağlamaya başlar…

Yılların hasreti artık bitmiştir. Bunu seyreden esnafların da sevinçten gözleri yaşarır…

Dedim ya! Bilekleri serttir de yürekleri yumuşaktır Semerci esnafının…

Her ikisi de Rabbine kavuştu… Onlar mütedeyyin ve işlerini iyi yapan, Allah’ın Rızasını kazanmak için çabalayan, iyi insanlar, iyi ustalardı… Yerleri cennettir eminim… Dostlukları orada da devam ediyor eminim…

Çünkü Allah onları cennetine koymayacaksa, kimi koyacak?

esnaf Karaman semerciler sokağı